Asfalt yolları birer dereye döndüren su akıntılarını izleyerek, tepelere doğru sıralanan evlerin arasından şehri çıkmak üzereyim.

Şehirden uzaklaştıkça doğa da sakinleşiyor ve bunu görmezden gelmek mümkün değil.

Küçük su akıntılarının aşağılarda birikip koca koca bulvarları nasıl dereye döndürdüğünü gördükçe heyecanlanıyorum.  Şehrin yukarısı daha sakin, sokakları parke taş döşeli veya hâlâ toprak.

Şehrin yanı başında, köyden mahalleye evrilen yerleşim yerleri sıralanıyor.

Yağmur damlaları toprakla buluşup, yavaş yavaş sızıyor. Merkezde ise tam tersi; toprakla buluşamayıp hızla birikiyor.

“Hayat, yalnız geriye doğru anlaşılabilir; fakat ileriye doğru yaşanmak zorundadır” diyor Can Yücel

O zaman göreceğimiz günlerin ne olacağını hesap etmeli…

Yaşamak doğa varsa mümkün, hayatı özümsemek doğanın içinde mümkün ve güvende olmak yalnızca doğanın koynunda mümkün…

Zira evlere hapsolduğu pandemi günleri biter bitmez kayıtsız şartsız doğaya koştu insanlık.

Koca koca evler yerine köylere akın etti, köylerde yaşamaya niyetlendi insanlık.

Güvenli olanın bildiği doğrular olmadığını gördü, üretmezse aç kalacağını anladı insanlık.

Köyü ve köylüyü yeniden anlamaya niyet etti insanlık.

Türk edebiyatının önemli yazarlarından biri olmasının yanında eserlerinde köy yaşamını, Anadolu insanını ve toplumsal sorunları realist bir yaklaşımla işleyen Fakir Baykurt ile bu değerleri yeniden hatırlayalım istiyorum.

Özellikle "Eşekli Kütüphaneci" adlı romanı, hem konusuyla hem de toplumsal mesajlarıyla dikkat çekiyor.

Bu roman, Mustafa Güzelgöz isimli gerçek bir karakterin yaşamından esinlenilmiştir.

Romanın baş kahramanı Mustafa Güzelgöz, Anadolu'nun ücra köylerine kitap götürmek için bir eşek kullanarak, köylülere kütüphane hizmeti sunuyor.

Baykurt, bu eserde Anadolu'daki kültürel yoksunluğu, eğitimsizliği ve bireyin aydınlanma çabasını anlatıyor.

Roman, aynı zamanda dayanışma, fedakârlık ve bireysel çabaların toplum üzerindeki etkisini de vurguluyor.

Dili, sade ve anlaşılır, halkın günlük konuşma diliyle yazılmış.

Eserde, Mustafa Güzelgöz'ün kişisel fedakârlıkları ve köylülerle kurduğu sıcak ilişki ayrıntılı bir şekilde işleniyor.

Kitap okuma alışkanlığının yaygınlaştırılması ve toplumun eğitilmesi için bireysel çabanın ne denli önemli olduğu anlatılıyor.

Mustafa Güzelgöz ve köylü arasında geçen diyalog, kitabın özeti gibi:

"Beyim diyor, bizim yolumuz, köprümüz, çeşmemiz yok; kitaplığı ne yapacağız? Anlatıyorum ona: Eğer kitaplığınız olursa, yolunuz, çeşmeniz, köprünüz de olur."

Toplumdaki adaletsizlikleri, sınıf çatışmalarını ve ekonomik sorunları ele alan eserleriyle, toplumsal gerçekçilik akımına yön vermesi açısından Fakir Baykurt edebiyatımızın önemli yazarlarından biri olmuştur.

Fakir Baykurt, toplumsal gerçekçilik akımının Türkiye'deki önemli temsilcilerindendir.

Eserlerinde köylülerin yaşam mücadelesini, feodal baskıları ve eğitimsizlik sorunlarını ön plana çıkarmıştır.

Özellikle köy romanları, bu akımın etkilerini yansıtan eserlerdir. Baykurt, bireysel hikâyeler üzerinden toplumsal sorunlara ışık tutmuş, halkın sesi olmuştur.

Betimlemeleri güçlüdür ve karakterler derinlemesine işlenir. Fakir Baykurt, eserlerinde toplumun sorunlarını eleştirel bir gözle incelemiş ve bu sorunlara çözüm önerileri getirmiştir. Eserleri hem edebi hem de sosyolojik açıdan değerlidir.

Bunların bazılarını şöyle özetleyebilirim:

Yılanların Öcü:

Fakir Baykurt'un en bilinen eserlerinden biridir. Köyde yaşanan toprak kavgalarını ve toplumsal adaletsizlikleri işliyor. Roman ayrıca, bireyin hak arayışı ve feodal düzen eleştirisi temalarını ele alıyor.

Irazca'nın Dirliği:

"Yılanların Öcü"nün devamı niteliğindedir. Irazca karakteri üzerinden köy kadınlarının güçlü duruşunu, adalet arayışını ve direnişini anlatıyor.

Kaplumbağalar:

Köylülerin kendi emekleriyle bir sulama projesi oluşturma çabası anlatılıyor. Kolektif emek, dayanışma ve bürokratik engellerin ön planda olması, romanın ana çerçevesini oluşturuyor.

Tırpan:

Köydeki cinsiyet eşitsizliği ve feodal baskılar üzerinde duruyor. Kadınların maruz kaldığı zorlukları ve toplumsal değişim gerekliliğini ele alıyor.

Köygöçüren:

Bu roman, köylülerin köyden göç etmeye zorlanmasını ve kırsal yoksulluğun derinleşmesini işliyor. Feodal yapının baskısı, ekonomik sıkıntılar ve bireylerin çaresizliği ön plandadır.

Köygöçüren, Fakir Baykurt’un en sevdiğim romanı diyebilirim. İşlediği konular, karakterler ve romanda yaşanılanlardan dolayı diğer eserlerinin bütünü gibi düşüyorum.

Asfalt yolları birer dereye döndüren su akıntılarını izleyerek, tepelere doğru sıralanan evlerin arasından şehri çıkmak üzereyim.

Şehirden uzaklaştıkça doğa da sakinleşiyor ve bunu görmezden gelmek mümkün değil.

Küçük su akıntılarının aşağılarda birikip koca koca bulvarları nasıl dereye döndürdüğünü gördükçe heyecanlanıyorum.  Şehrin yukarısı daha sakin, sokakları parke taş döşeli veya hâlâ toprak.

Şehrin yanı başında, köyden mahalleye evrilen yerleşim yerleri sıralanıyor.

Yağmur damlaları toprakla buluşup, yavaş yavaş sızıyor. Merkezde ise tam tersi; toprakla buluşamayıp hızla birikiyor.

“Hayat, yalnız geriye doğru anlaşılabilir; fakat ileriye doğru yaşanmak zorundadır” diyor Can Yücel…

O zaman göreceğimiz günlerin ne olacağını hesap etmeli…

Yaşamak doğa varsa mümkün, hayatı özümsemek doğanın içinde mümkün ve güvende olmak yalnızca doğanın koynunda mümkün…

Zira evlere hapsolduğu pandemi günleri biter bitmez kayıtsız şartsız doğaya koştu insanlık.

Koca koca evler yerine köylere akın etti, köylerde yaşamaya niyetlendi insanlık.

Güvenli olanın bildiği doğrular olmadığını gördü, üretmezse aç kalacağını anladı insanlık.

Köyü ve köylüyü yeniden anlamaya niyet etti insanlık.