Ellerim ceplerimde, ağzımdan çıkan buharı havaya üfleyerek yürürken, neyi düşünmeli bu günlerde diye düşünüyorum.
Aslında bir düşün içindeymişim, düşmüşüm…
Düşünmeden, boş boş dolaşsam sokaklarda deyip, ıslak yolların adımlarımın arkasında kalışına verdim kendimi.
Gerçek ve düş gibi…
Ya da ikisinin bir arada yaşandığı hayatlar sıralandı önüme.
Yaşadığımız travmalar, kimlik arayışları, bugün ve yarın kavgası…
Nereden çıktı bütün bu kavramlar diye durup tekrar düşündüm. Oysa sadece yürümekti niyetim.
Güney Amerikalı yazar Carlos Fonseca, bütün bu büyünün beynimi esir almasına sebep olan fail.
Güney Amerikalı yazar deyince aklıma Gabriel García Márquez gelir. Onun eseri Yüzyıllık Yalnızlık dizi olarak yapılıp, yayınlanmış.
Haliyle geçtiğimiz aylarda okuduğum Carlos Fonseca’nın Cenup isimli romanını tekrar hatırladım.
Cenup, modern Latin Amerika edebiyatının derinliklerini ve köklü meselelerini ince bir sanatla ele alan, okuyanı bol bol düşünmeye sevk eden bir eser.
Roman, bireysel ve toplumsal kimliklerin sınırlarını, hafızanın karmaşıklığını ve coğrafyanın insan ruhu üzerindeki etkilerini sorgulayan bir anlatı sunuyor.
Cenup, temelde iki ana eksende ilerleyen bir roman. Bir yandan bireysel kimlik arayışını merkeze alırken, diğer yandan Latin Amerika tarihinin sancılı geçmişine, sömürgecilik, göç ve kültürel asimilasyon gibi çok katmanlı meselelere odaklanmış.
Fonseca, bu temaların her birini farklı karakterlerin yaşam öykülerine yedirerek anlatısını zenginleştirmiş.
Romanın temel soruları; "Kendi kimliğimizi nasıl tanımlarız?" ve "Tarihsel bağlam, bireyin kendi hikâyesini yaratmasını nasıl etkiler?" çerçevesinde şekilleniyor.
Romanda hafıza, hem bireysel hem de kolektif düzeyde ele alınıyor. Ana karakterlerin zihinsel yolculukları, coğrafi mekânlarla paralel ilerliyor.
Fonseca’nın betimlemelerinde cenup kavramı, bir yön belirtmekten öte, arayışın, kaybın ve belki de yeniden buluşmanın metaforu olarak karşımıza çıkıyor. Mekânların anlatıdaki yeri, okurun hikâyeye daha derinlemesine dâhil olmasını sağlıyor.
Fonseca mekânı bir karakter gibi canlandırıyor. Latin Amerika'nın tropikal ormanları, çorak toprakları ve karmaşık şehir dokusu, romanın atmosferini şekillendirirken, aynı zamanda karakterlerin duygu dünyasıyla içsel bir uyum yakalıyor.
Yazarın kalemi, şairane bir akış ve felsefi bir derinlik taşıyor. Anlatımı, zaman zaman keskin gerçekçilik ile rüyamsı soyutluk arasında gidip geliyor. Bu, romanı hem bir entelektüel birikimi hem de duygu yükünü hissettiren bir sanat eseri kılıyor
Kültürel referanslar ve edebi göndermeler romanının dokusunu zenginleştirmiş. Ancak bu yoğunluk, zaman zaman okuyucuyu zorlayan bir yapıya da dönüşebiliyor. Bilhassa anlatıdaki çoklu zaman ve bakış açıları dikkatli bir okuma gerektiriyor
Carlos Fonseca'nın Cenup adlı romanı ile Gabriel García Márquez'in başyapıtları, özellikle Yüzyıllık Yalnızlık karşılaştırıldığında, Latin Amerika edebiyatının farklı yaklaşımlarını görmek mümkün.
Her iki yazar da tarih, kimlik ve kültürel aidiyet gibi temaları merkez almasına rağmen bunu farklı edebi yöntemlerle ele almışlar.
Márquez, büyülü gerçekçilik akımının en önemli temsilcilerinden biri olarak, fantastik öğeleri tarihsel ve toplumsal olaylarla harmanlıyor. Yüzyıllık Yalnızlık kurgusal bir kasaba olan Macondo’da geçerken, kolektif hafızayı, kuşakların tekrar eden hatalarını ve kadercilik temasını merkeze alıyor.
Fonseca’nın Cenup’ u ise bireysel hafıza ve kimlik sorgulamalarına daha çok yoğunlaşır. Tarihi arka plan Cenup’ta da belirgin olsa da, daha soyut ve felsefi bir dille aktarılıyor.
Márquez’in karakterleri genelde kolektif bir hikâyenin parçası olarak öne çıkarken, Fonseca bireylerin içsel dünyasına ve karmaşık duygu durumlarına daha fazla odaklanıyor.
Cenup’ta hafıza, bireylerin yaşadıkları travmalar ve kendi kökenlerini anlamlandırma çabalarıyla derinleştirilirken, Márquez’de hafıza daha çok toplumsal bir boyutta işleniyor.
Fonseca’nın dilinde modern bir felsefi derinlik ve minimalizm hissedilirken, Márquez genelde daha destansı ve şairane bir üsluba sahiptir.
Márquez'in akıcı anlatısı ile tarihsel olaylar, mitler ve fantastik unsurlar kolayca birbirine geçer. Fonseca ise okurdan daha dikkatli bir analiz ve sabır bekler; soyutluk ve katmanlı anlatım tarzı nedeniyle daha entelektüel bir deneyim sunuyor.
Carlos Fonseca ve Gabriel García Márquez, farklı dönemlerde ve yaklaşımlarla yazsalar da, Latin Amerika’nın tarihsel ve kültürel zenginliğini edebiyata taşıma konusundaki ortak tutkularıyla birbirlerini tamamlıyorlar.
Márquez'in epik ve toplumsal anlatım tarzı ile Fonseca’nın bireysel ve soyut yaklaşımları, Latin Amerika edebiyatının çok boyutluluğunu gözler önüne seriyor.
…
Sokaklar kışa dönen mevsimin izlerini taşıyor.
Ellerim ceplerimde, ağzımdan çıkan buharı havaya üfleyerek yürürken, neyi düşünmeli bu günlerde diye düşünüyorum.
Aslında bir düşün içindeymişim, düşmüşüm…
Düşünmeden, boş boş dolaşsam sokaklarda deyip ıslak yolların adımlarımın arkasında kalışına verdim kendimi.
Gerçek ve düş gibi…
Ya da ikisinin bir arada yaşandığı hayatlar sıralandı önüme.
Yaşadığımız travmalar, kimlik arayışları, bugün ve yarın kavgası…