Aydın sokaklarında yürümeyi seviyorum.
Şehir içinde araç kullanmak yerine yürüyerek gitmek daha keyifli benim için…
Mola yerlerim var.
Onlardan bir tanesi de; şehrin ortasından geçerek, şehri boydan boya ikiye bölen, iki paralel demir uzantısı ve üstünde yol alan katarların mola verdiği tren istasyonu…
Anadolu topraklarındaki ilk demiryolu hattı; Aydın-İzmir demiryolu…
Başlangıç noktasındayım; Aydın tren garı, iki yanına sıralanmış demiryolu ile yeni yolcularını bekliyor.
En eski hatıralarını diziyor sıra sıra…
Yapılışından bu güne kadar tanıklık ettiği olayları sıralamaya ne sayfalar ne de zaman yeter şüphesiz.
Haddimi bilip oturuyorum bankların birine.
Etrafta toplanmış insanlar var. Kaygılı yüzlerle bakınıyorlar. Yorgun oldukları hissediliyor. Genç bir çift var ileride, en uçta, birbirine sarılmış. Sadece onların yüzü gülüyor.
Ilık bir esinti yalıyor suratlarımızı.
Turunç çiçeklerinin kokusu döndürüyor başımızı.
“Şimdi şuradan iki müzisyen girse perona da, müzik dolsa ruhumuz” diye düşünürken, bir telefon melodisi yetişiyor imdadıma.
Kulaklarım sesin geldiği yöne dikkat kesildi.
Koluna astığı çantasında telefonunu arayan yaşlı bir kadın arka taraftaki ahşap banka oturdu.
Krem rengi pardösüsü ve kısa saçlarını kapatan şapkası ile eski filmlerin baş aktrisi gibi.
Telefonunu buldu nihayetinde. Boynundaki ipe asılı yakın gözlüğünü, burnunun ucuna takıp, gelen aramayı kontrol etti.
İnce bir gülümseme yayıldı yüzüne.
Gözlüğünü eline alıp dizlerinin üzerine koydu, telefon çalmaya devam ederken.
Kadının gülümsemesi ile birlikte telefonun melodisi tren garına yayıldı. Yumuşak bir ses: Lal lal la la la… Sonra sözler sıralanıyor;
Deniz ve mehtap sordular seni neredesin
Nasıl derim terk etti bırakıp beni gitti
Anladılar ki aşkımız bitti
Alay ettiler benle hep
Sen oldun bunlara bak sebep
Mehtap dedi gördüm ah onu
Belinde erkek kolu
Deniz güldü halime
Bir avuç su verdi elime
Biterse gözyaşın al dedi
Doldur tekrar yerine
Yaşlı kadın telefonu açmadı.
Ses tanıdık, melodi tanıdık, bulunduğumuz yer tanıdık ama o gün o istasyonda herkes birbirine yabancıydı.
Şarkıcının sesi doğduğu şehrin, Aydın’ın sokaklarında, babasının çalıştığı tren istasyonunda inliyordu.
Onun hikâyesi geldi aklıma.
Kulağımda sesin verdiği melankolik duyguyla, dönüp bu yazıyı yazmaya karar verdim.
…
1921 yılının Nisan ayının üçünde, Aydın’da şimendifer işçisi babasının kucağına oğlun oldu diyerek verilen tonton bebek, yıllar sonra tüm dünyaca tanınan bir müzisyen olur.
Elbette bu kadar basit olmamıştır.
Talihsiz olaylar, çekilen çileli yıllar ve sabır gerektiren durumlar…
Çalışırken geçirdiği kaza sebebiyle çok küçük yaştayken babasını kaybeder. Daha onun yokluğuna alışamamışlarken evleri bir yangında kül olur.
Anne küçük çocuğu ile çaresiz kalır. Aydın’da yapacak iş bulamaz. Çocuğunu alıp iş bulma ümidiyle İzmir’e taşınır. Ama İzmir’de de iş bulamayınca çocuğunu yetimhaneye bırakır.
Küçük yaşta babası ölmüş, annesi de bırakıp gitmiştir.
Okulla birlikte çalışmaya da başlar. Hırdavatçı ve elektrikçi gibi esnafların yanında çıraklık yapar.
Bu arada işyerleri ona yeni fırsatlar sunar. Çalışırken tanıştığı kişilerin sempatisini kazanması uzun sürmez.
Bir iş hanında bürosu olan İzmir'in ünlü avukatlarından birinin yanında çalışmaya başlar.
Bir taraftan da geceleri Milli Kütüphane'ye gidip Fransızca çalışır. Yeni yeni başlayan gitar hevesini eline geçen bir gitar aracılığı ile parklarda çalıp söyleyerek geliştirir.
Askerliğinden sonra İzmir Kordon’da şarkılar söyleyip, gitar çalarak para kazanmaya başlar.
İzmir’den sonra Ankara ve İstanbul macerasına atılır. Buralarda çeşitli gazinolarda sahne alır.
Tanınan bir şarkıcı olmadığından kazancını yettiği kadar harcamak zorundadır. En büyük gideri de konaklama ücreti olduğundan en ucuz yerde kalmalıdır.
Kötü bir pansiyonda, iki yataklı tek göz oda bir yer bulur. İkinci yatak başkasına aittir. Hiç tanımadığı biriyle aynı odada kalmayı istemese de, kirayı bölüşecek olmaları sebebiyle tamam der.
Sabaha kadar gazinolarda gitar çalıp şarkı söyler, gün ağarınca da pansiyona gider.
Oda arkadaşı ise memur olduğundan, sabahın köründe işe gider, gece gelip uyur.
Biri müzisyen diğeri PTT memuru iki oda arkadaşı aylarca birbirini görmeden aynı odayı paylaşırlar.
Denk geldikleri bir gün konuşurlar. Uzun uzun anlatırlar. Sohbetleri hoşlarına gitmiştir.
Memur olan bir gün şarkıcıyı dinlemeye gider. Etkilenmiştir. Büyüleyici sesi karşısında, aylardır aynı odayı paylaşıp konuşmadığına hayıflanır.
Buralarda vakit kaybetmemesini, bunca zaman kıymet bilinmediyse, yurt dışına gitmesi gerektiğini söyler.
İzmir, Ankara, İstanbul derken Fransa ile başlayan yurtdışı macerasına atılır. Yetimhanede kalırken öğrendiği Fransızcasıyla, Fransızlara Fransızca şarkılar söyler.
Fransa’da 15 yıl içinde 32 film çevirir. Dönemin en ünlü aktrislerinden olan Brigitte Bardot ile birçok filmde başrol oynar.
Başarılarla geçen Avrupa yıllarından sonra İzmir’e tekrar döner. Sanat hayatına Türkiye’de devam eder.
1 Aralık 1968 tarihinde İstanbul Yeşilköy Havalimanı’nda düşer ve beyin kanaması geçirerek hayatını kaybeder.
Yıllar önce Ankara’da küçük bir pansiyonda beraber kaldığı, PTT memuru olan oda arkadaşı da düşüp beyin kanaması sebebiyle vefat etmiştir.
Biri 1950 de belediyenin kazdığı çukurda, diğeri 1968 de havaalanında…
İki oda arkadaşının ölümlerinin aynı sebepten ve beyin kanaması olması kaderin bir cilvesi gibi tarihte yerini alır.
PTT memurunun bir yakın arkadaşı daha vardır yolu Aydın’a düşen…
1929-1930 yılları arasında Aydın Ortaokulu’nda Almanca öğretmenliği yapan Sabahattin Ali…
Onun hikâyesini "Kürk Mantolu Madonna" isimli yazımda anlatmıştım.
Peki, Aydın’da doğan o dünyaca ünlü sanatçımız kim mi?
Dario Moreno…
Ve onun pansiyondaki oda arkadaşı, yıllarca PTT’de memur olarak görev yapan Orhan Veli.
…
İstasyondaki ahşap bankta tek başına oturan yaşlı kadının gülümsemesini düşündüm. Kim bilir aklından geçenler nelerdi?
Şarkının devamı ile uğurlayalım onu ve Dario Moreno’ yu;
Rüzgâr ve martı sordular seni neredesin
Nasıl derim terk etti bırakıp beni gitti
Anladılar ki aşkımız bitti
Alay ettiler benle hep
Sen oldun bunlara bak sebep
Martı dedi gördüm ah onu
Belinde erkek kolu
Rüzgâr güldü halime
Dedi gidelim düş önüme
Gidemem dinle martıları
Bitmiyor alayları
Anladılar ki aşkımız bitti…