Bir ilmek kadar nefes alabildiysen, iki düş kadar sözün vardır hayata dair.

Okulun tatil olduğu zamanlarda çalıştığım eczane, yaşama dair öğrendiklerimin kilit noktasını oluşturdu. Çalışıp hayatı öğrenmem gerektiği söylendiğinden, her tatil döneminde hatta hafta sonları da adresim belliydi.

Eczacı Dursun Abi, Babası Ali Emmi ve Kalfa Duran Abi…

Ali Emmi, yaşını almış, bilge dede rolünde; hepimizi takip eder, yönlendirir, nasihatlerde bulunurdu. Neyi ne zaman yapmamız gerektiğini söyler, hiçbir zaman lafını esirgemezdi.

Türlü türlü insan gelir giderdi eczaneye. Hepsinin huyu, kişiliği, davranışı, hayata bakışı, dinsel kimliği başkaydı. Ali Emmi içinse tek ölçüt vardı; o da insan olmak…

“İnsanı sevmekle başlar her şey, kim olduğun ne olduğun önemli değil insanlıktan nasibini alıp almadığın önemlidir” derdi. 

İnsan olmayı öğretti…

12-13 yaşlarımdayken elime banka cüzdanını ve hatırı sayılır miktarda parayı verip “Bunu bankaya yatır, gel” demesini unutamıyorum.

Buna “güven” denilebilir belki de ama benim için “cesaret” demekti. Cesur olmayı öğrendiğim an, o andı. O yaştaki bir çocuğa kendine güvenmeyi öğretmenin en güzel yoluydu belki de. Belki de gerçekten bana güvenip güvenemeyeceğini test etmişti. Ama sonuçta o küçük çocuk hep kendine güvendi.

Eczanenin kalfası Duran Abi, farklı bir yetiştirme tarzı vardı. Eczanede çok şey öğrendim ondan. En başta bir işyerinin düzeni nasıl olmalı… Ama garip bir huyu vardı Duran Abinin; ne yapar eder, beni cezalandırırdı. Ceza dediysem beden eğitimi sınavlarında bile öyle çalışma görülmeyecek türden; 500 kere otur kalk, 100 şınav çek, 100 mekik çek, 5 kilometreyi 5 dakikada git-gel.

Neden yapmam gerektiğini sorgulasam da sonuç pek değişmedi. Hatta tüm bunları yapsam da yine sorun çözülmezdi. Ama hiç yalnız kalmadım. Hep danışacağım bir abim oldu. Çocukluktan ergenliğe tüm süreçlerde konuşabileceğim bir abinin olması muhteşem bir ayrıcalık. Bir ekmek, bir domates bile olsa yiyeceğimiz, iki eşit parçaya böler, öyle yerdik.

Eski bir motosikleti vardı. Onunla gelir giderdi, eczaneye. Kışın soğuk da olsa, gece karanlık da olsa fark etmez, o motosikletin arkasında yolculuk etmek büyük keyifti benim için. Hatta bir keresinde akşam karanlığında, belediyenin kazdığı kanala düşmüşlüğümüz bile var o motosikletle.

“Yaşamayı birilerine borçlu olarak değil, kendini geliştirerek başarabilirsin, o yüzden çalışmak; kendini geliştirmenin en iyi yoludur” diyerek çalışmayı öğretti…

Eczacı Dursun Abi, gülümsemenin gücünü en iyi gördüğüm insanların başında gelir. Yüzünden eksik etmediği gülümsemesi ile her görüşten, her kesimden insanın saygısını kazanmış bir gönül adamı.

Kimseye kin tuttuğunu görmedim, eczanesinde çalıştığım sürece… En olmadık zamanlarda bile naifliğini hiç bozmadı. Veresiye ilaç vermekten hiç vazgeçmedi. Parası olunca getireceklerini biliyordu.

Küçük yerlerde az sayıda insan,topluma önderlik eder. Dursun Abi de, topluma önderlik edebilmeyi başarabilmiş insanlardan biriydi. Çünkü herkes, dürüstlüğünden ve kişiliğinden ödün vermeyeceğini bilirdi...

“İnsanların sana karşı gösterdiği iyi niyeti asla suistimal etmemelisin. İnsanların güvenini kazanmalısın ve dürüst olmalısın” derdi, kısa konuşmalarının satır aralarında.Dürüst olmayı öğretti…

İnsan olmak…

Çalışkan olmak…

Dürüst olmak…

Bu üç erdem yaşamım boyunca bana rehberlik etti ve yol göstermeye devam ediyor.

Gün geçtikçe insanlığa daha çok ihtiyaç duyuyoruz. Alın teriyle yaşamını idame ettirme telaşına düşmeden, kısa yoldan köşeyi dönmenin planları yapılıyor. Hele ki dürüstlük; artık güzel huy değil tam tersi gereksiz bir özellik olarak görülüyor.

Eczane iki bölümden oluşuyordu. Ön taraf ilaç rafları ve satış bölümü olarak, arka bölüm ise depo niyetiyle kullanılırdı. Arka tarafta ayrıca majistral ilaç yapımı için laboratuvar benzeri bir tezgah vardı. Tezgahın duvarında koca bir camlı dolap ve dolabın içinde şişe şişe bir sürü kimyasal içerik…

Eczanelerde hazır bulunmayan fakat doktor tarafından reçeteye yazılmış formüle göre eczanelerde hazırlanan ilaçlara majistral ilaç deniyor. Artık günümüzde majistral ilaç yapan eczane yok denecek kadar azdır. Fakat o dönemde bolca hazırlanıyordu.

Hazır olmasa da formülünü bildikten sonra insanlık için şifa niyetine birçok şey yapılabilirdi. Majistral ilaç gibi majistral insanlığın da olabileceğini düşünürdüm o zamanlarda…

Bu iki bölümü ayıran, kapı niyetiyle kullandığımız ve bir perdeyle kapatılmış ara bölmenin hemen üstünde televizyon dururdu. Haberler, maçlar ve Ali Emminin vazgeçilmez dizisi “Yalan Rüzgarı” olduğu saatlerde açılırdı.

İnsanlığı, insan olmak için gerekenleri ve insan olmanın ne demek olduğunu öğrendiğim insanların çalıştığı eczanedeki o küçük televizyonda, bir Temmuz günü insanlığın yakılışına tanık oldum.

Gözü dönmüş, insan olduğunu unutmuş ya da insanlıktan nasibini almamış bir gurup topluluk, göz göre göre bir otel dolusu aydın insanı yaktı.

Tarih 2 Temmuz 1993

İnsanlık öldü dediler…

O zaman tüm insanlar ölmeliydi…

Fotoğraf:https://www.instagram.com/p/BZwE8PAH5Xp/

O gün insan kalabilmenin çok daha önemli olacağını anladım ve o yüzdendir ki;

Bir ilmek kadar nefes alabildiysen, iki düş kadar sözün vardır hayata dair.