Geleceğe dokunmak gibi…

Sahi nasıl olurdu acaba, değiştirebilseydik geçmişi ve yaşayacağımız geleceği…

Yeni yıla dair isteklerde hep geçmişin hesabı, geleceğin kaygısı vardır.

Çok şey geçer beynimizin saklı dehlizlerinden gün ışığına çıkmayı bekleyen…

Yığılır…

Sıkar bizi, hatta bir müddet sonra boğmaya başlar. Sıraya dizmeye çalışsak, yılkı atları gibi gem vurulmaya niyeti yoktur dimağımızdaki isteklerin.

Yüzümüze vuran rüzgârı dahi hissetmeyiz, boğazımıza dizilen düşünceler yüzünden.

Herkes dileğini söyler beklentisine dair. Yeni yılı umutla beklediğimiz için, çoktan eskimiştir geriye bıraktığımız yıllar.

Hâlbuki buğday tanesi olmayı beceremediğimizden telaşımız.

Fotoğraf: https://www.instagram.com/p/BhW4wB3BGZ9/?utm_medium=copy_link

Karnı yırtılan toprağın koynuna düştüğünden beri çok zaman geçmiştir, buğdayın düşü başlayalı. Acelesi yoktur ve toprağa vermiştir yüreğini.

Ne geçmiş günlerin hesabını yapar ne de gelecek yılın güzel olacağını düşler. Sadece nefesini alır koynunda yattığı sevgilisinin ve bilir ki sevgilinin nefesindedir ruhunun yeri…

Gün geçer, zaman alır onları koynuna…

Daha sıkı sarılmaya niyetlenir ve buğday kök salar sevgilinin vücuduna. Onunla yükselir göğe ve gün karşılar mutluluklarını.

O güne kadar uzun zaman toprağa sarılmış buğday, başını kaldırır göğe, nefesinden güç aldığı güneşe kollarını uzatır.

Nasıl büyüdüğünü ispat etmek istercesine ve sanki uzun zaman bekleyen o değilmiş gibi hızla yükselir…

Düşleri kadar büyüktür toprağın nefesi ve tanrıları oynarlar basit bir sahnede…

Var eden ve var olan kimdir aslında?

İkisi de birbirinin varlık sebebidir ve bir olunca vardırlar. Onlarca olmuştur buğday tanesi ve dururlar bir başakta…

Zaman durur…

Mekân durur…

Nefes durur…

Buğday tanesi sevgilisine karışmış, kollarında büyüttüğü düşleri, güneşe sevdalanmıştır artık…

Gün okşar düşlerini ve bekler güneşin yüzüne dokunuşunu…

Her dokunuş onu olgunlaştırır ve her dokunuş onu yeniden buğday yapar…

İnsanlık kirlenmeden önce de yaşam vardı. Oysa yaşamak için kirlenmeyi seçen insan var şimdi...

Hâsıl-ı Kelam; Buğday olamadık yine…

Sadece güzel dilekler diliyoruz yeni yıldan ve biliyoruz ki bir zaman sonra yine aynı dilekler tekrarlanacak nasılsa…

Biz yine aynı biz, yaşadıklarımız yine aynı…

Bir dilek daha yollarız göğe karışan bulutların arkasından ve hiç bitmez umutlarımız.

Küçüktür… Bir tanedir… Tıpkı buğday tanesi gibi…

İsteklerimizin büyüklüğünü düşünmeden dileriz biz öylesine…

Barış, Sağlık, Mutluluk, Başarı, Para vs. vs. vs…

Aslında o kadar büyüktür ki istekler, katlanarak büyür, büyüdükçe küçük zanneder kendini…

Yeri gelmişken güzel bir hikaye paylaşayım buğday tanesine dair, sonra tekrar düşünelim isteklerimizi.

Rivayet olunur ki bugün satranç diye bildiğimiz oyunu kurgulayan bilgin, kendisine uzatılan hazine dairesinin anahtarını elinin tersiyle itip, Şah'a satrancı anlatmış.

''Sen ne kadar önemli bir insan olursan ol, adamların, vezirlerin, askerlerin olmadan hiçbir işe yaramazsın'' demek istemiş.

Şah bu durumdan memnun görünmüş, ''Peki, oyunu ve dersini beğendim. Dile benden ne dilersen'' demiş.

Rahip bu olay üzerine Şah'ın alması gereken dersi hala almadığını düşünerek ''Bir miktar buğday istiyorum'' demiş.

''Sana bulduğum bu oyunun birinci karesi için bir buğday istiyorum. İkinci karesi için iki buğday istiyorum. Üçüncü karesi için dört buğday istiyorum. Böylece her karede, bir önceki karede aldığımın iki misli buğday istiyorum. Sadece bu kadarcık buğday istiyorum'' demiş.

Şah, kendisi gibi yüce ve kudretli bir şahtan isteye isteye üç beş tane buğday isteyen bu rahibin, küstahlığa varan alçakgönüllülüğüne sinirlenmiş ve ona bir ders vermek istemiş.

''Hesaplayın. Hak ettiğinden bir tane fazla buğday vermeyin'' demiş.

İnce hesap;

Hesaplamaya ilk kareler kolay gitmiş.

1. Kareye bir buğday,

2. Kareye iki buğday,

3. Kareye dört buğday...

Ancak 10. kareye gelindiğinde 1023 buğday vermeleri gerekiyor. Bu yaklaşık bir avuç buğdaya karşılık gelir; hesabın hep böyle gideceğini, hep rahibe böyle üç beş buğday vereceklerini zannediyorlardı.

Zaten 15. kare yalnızca 1,5 kilo buğday vereceklerdi.

25. kareye gelince 1,5 ton olduğunu görmüşler ama fazla heyecanlanmamışlar.

Oysa; 31. kareye gelince, bu işin şakası olmadığını anlamaya başlamışlar. Çünkü vermeleri gereken buğday 31. karede 92 tonmuş.

49. kareye geldikleri zaman 24 milyon ton buğday vermeleri gerekiyor.

Bu ise Türkiye'nin bir yıllık buğday üretiminden fazla…

54. kareye geldiklerinde ise 771 milyon ton buğday vermeleri gerekiyor. Bu da dünyamızın bugünkü ölçülere göre bir buçuk yıllık buğday üretimi.

''Madem başladık hesaplara devam edelim'' deyip bitirmişler.

64. kare de tamamlandığında bugünkü ölçülerde dünyanın 1500 yıllık buğday üretimini rahibe vermeleri gerektiği ortaya çıkmış.

Şimdi ne istediğimizi bir daha düşünelim.

Zaman avucumuzdan kayıp giderken biz “keşke” lerle oyalayacağız kendimizi…

Umut bitmez, sadece umuda giden yol değişir…

O zaman değiştirin umut ettiğiniz yolları…

Yeni yılınız buğday tanesi kadar olsun;

Geleceğe dokunmak gibi…