Bazı kitaplar vardır, sadece yazıldıkları çağın değil, bütün çağların sesidir. Platon’un Devlet” adlı eseri, işte böyle metinlerden biridir.

Edebi bir başyapıt, sosyal bir çözümleme, tarihi bir dönemin aynası, siyasi bir önerme ve aynı zamanda felsefi düşüncenin teknik bir mimarisidir.

M.Ö. 4. yüzyılda kaleme alınmış bu eser, hem düşünce tarihini hem de devlet kuramını derinden etkilemiştir.

“Devlet”,Platon’un diyalog biçiminde yazdığı en hacimli ve derinlikli eseridir. Bu yönüyle bir felsefe metni olmanın ötesinde edebi bir form taşır.

Diyalogların başkahramanı Sokrates’tir. Ancak bu, retorik bir oyun değildir; her karakter düşünsel bir katman taşır.

Platon’un dili, kimi zaman mitlerle bezeli, kimi zaman matematiksel netlikte soyuttur.

“Mağara Alegorisi” gibi semboller, edebiyatın en güçlü metaforları arasında yer alır. Platon, felsefeyi anlatmakla kalmaz, onu yaşatır.

“Devlet”, toplumun nasıl olması gerektiğini tartışırken bireyi ve onun doğasını merkeze alır.

“Adalet nedir?” sorusuyla yola çıkar ve bu sorunun yanıtını bireyin ruh yapısıyla toplumun sınıflı düzeni arasında kurduğu paralellikte arar.

Platon’a göre ideal toplum, üç sınıfa ayrılır: yöneticiler (bilgeler), koruyucular (askerler) ve üreticiler (çiftçiler, zanaatkârlar).

Platon’un ideal devleti, filozof krallar tarafından yönetilen, bireysel özgürlüklerin sınırlandığı, sansürün uygulandığı bir yapıdır. Bu durum, eserin siyasi değerlendirmesinde tartışmalı bir zemine oturur.

Sokrates karakteri üzerinden bir sürü kişiyle konuşarak, tartışarak, düşünerek ilerliyor. Diyor ki: “Bireyde adalet nasıl varsa, toplumda da öyle olmalı.”

Sonra da ideal bir toplum nasıl olur, kimler yönetmeli, insanlar hangi işleri yapmalı gibi sorulara giriyor.

Bu kurguda en dikkat çekici fikirlerden biri şu: Devleti filozoflar yönetmeli.

Platon’a göre bilgi sahibi insanlar, yani gerçekten neyin iyi neyin kötü olduğunu bilenler, ülkeyi yönetmeli. Çünkü sadece onlar adil olabilir.

Günümüz siyasetinde bu kulağa biraz hayal gibi gelse de, bu düşünce yüzyıllar boyunca birçok düşünürü etkilemiş.

Ama işin ucu biraz sıkıntılı yerlere de varıyor. Mesela Platon, halkın her istediğini yapması gerektiğine pek inanmıyor. Sanatın sansürlenmesini, çocukların devlete ait olmasını bile savunuyor.

Bu yüzden bazıları onu “otoriterliğin babası” olarak da görüyor. Hani özgürlükçü bir düşünce değil, daha çok “herkes işini yapsın, düşünmeyi biz hallederiz”mantığında bir sistem.

Herkes kendi işini yaptığında adalet ortaya çıkar. Bu yaklaşım, sınıf temelli düşüncenin erken bir versiyonu olarak sosyal teorilerde yer buluyor.

Eserin yazıldığı dönem, Atina demokrasisinin kriz içinde olduğu, Sokrates’in idam edildiği, savaşların ve siyasal belirsizliklerin yaşandığı bir çağdır.

Platon, bu kaostan bir düzen çıkarmak ister. Demokrasiye olan eleştirisi, döneminin kargaşasına bir yanıttır.

Bu bağlamda Devlet, Antik Yunan'ın siyasal iklimine felsefi bir tepki olarak okunabilir. Aynı zamanda Platon’un hocası Sokrates’in trajik sonuna da bir ağıttır; çünkü Platon, düşünce adamlarının yönetimden dışlanmasının doğurabileceği felaketleri gözler önüne serer.

Kimilerine göre “Devlet”, idealist bir ütopyadır; adaletin, erdemin, bilginin yüceltildiği bir modeldir. Kimilerine göre ise totaliter rejimlere ilham verecek kadar katıdır.

Bu nedenle “Devlet”, hem liberal hem otoriter siyaset kuramları tarafından sahiplenilmiş ya da eleştirilmiştir.

Özellikle 20. yüzyılda Karl Popper gibi düşünürler, Platon’u “kapalı toplumun babası” olarak niteliyor.

“Devlet”, sadece fikirlerin değil, fikirlerin işleniş biçiminin de mükemmel bir örneğidir.

Platon, diyalog formu içinde mantıksal çıkarımlar yapar, kavramları sistematik olarak tanımlar, hipotezlerden sonuçlara ulaşıyor.

Özellikle “idealar kuramı” ve “iyi ideası”, felsefe tarihinde epistemolojinin temel taşları arasında yer alır. Bu teknik ustalık, Platon’un eserini yalnızca içerik açısından değil, biçimsel olarak da eşsiz kılıyor.

Bugün hâlâ mantık, etik ve siyaset felsefesi derslerinde “Devlet” in bölümleri, düşünme biçimlerini öğretmek için kullanılıyor.

Bugünün dünyasında “Devlet” hâlâ sorular sorduruyor:

Adalet mümkün mü?

Bilgi gerçekten güç müdür?

Erdemli bir toplum kurulabilir mi?

Yoksa Platon’un devleti, güzel bir hayalin karanlık yüzü müydü?

Belki de bu sorulara verilecek net yanıtlar yok. Ama Platon’un yaptığı gibi sormaya devam etmek, bize düşünmenin kapılarını açıyor.

Ve belki de “Devlet”, her çağın yeniden yazması gereken bir kitap olmaya devam ediyor.