Güneşin kulağına fısıldamak yerine gökyüzünü kucaklamalı seslice…
Güneşin yeryüzünü ısıtma gayretinin arttığı bu günlerde, aydınlık geleceğe dair umutlarımızın her geçen gün azaldığı tezatlığını yaşıyoruz.
Aydınlanma, hem fiziksel hem de zihinsel anlamda her dönem insanoğlunun peşinden koştuğu bir ideadır.
Karanlık ise kimileri için umut olsa da, çoğu dönem gündüzün yetmediği zamanlarda sömürüye araç olmuştur.
“(…) gün boyunca, ister sabah saat on, ister öğleden sonra üç olsun, hepimiz gündelik düzenin, düzen güçlerinin köleleriyiz. Bizi ayakta tutan, zamanın geçmesi ve gecenin sunduğu kurtuluş umududur” diyor Gündüz Vassaf…
Yaşam döngüsü hiç durmadan bize yeni zamanlar sunmaya devam ediyor hiç şüphesiz… Bu döngü içerisinde, her birimize biçilen ayrı ayrı rolleri hayat sahnesinde oynamaya mecburuz. Bize biçilen roller kimi zaman bizi memnun eder, kimi zaman ise memnun olmadığımız halde o karakteri sahnelemek zorunda kalırız.
Yandaki fotoğrafı, gün batımını arka plana alarak yakalamıştım. Fotoğrafta güneşe doğru uçan; yıllar önce bir tiyatro çalışmasında tanıdığım Baykuş Remzi… Baykuş Remzi’yle memnun olmadığım karakteri yaşadığım dönemde yollarımız kesişti. Yaşamımızda karanlık çökmeye başlamışsa, gün doğumuna hazırlanmak gerekir. O hazırlığa Baykuş Remzi sayesinde başladım. Karanlık çökmeye niyet etmişken yaşama dair, güneşe dönmeyi hatırlattı. Baykuş karanlıkta kanat çırpmayı bildiği için, aydınlıkta kalmamı istedi belki de…
Hegel'in dediği gibi: “Minerva'nın baykuşu ancak karanlık çöktükten sonra uçar.”
Minerva; Eski Roma mitolojisinde bir Tanrı… Athena’nın Roma mitolojisindeki karşılığıdır.
“Minerva’nın baykuşu” metaforu, önce olayların geliştiğini, düşüncelerin ise sonradan elde edildiğini irdeler. Çünkü Hegel’e göre var olanı kavramak gerekir. Zaten felsefenin asıl görevi de; var olanı kavrayabilmek, ona göre düşünmeyi sağlamaktır.
Peki, var olan nedir?
Elbette çağlar boyu yaşam döngüsünü belirleyen en önemli gereksinim olan akıldır. Minerva’nın baykuşu bilgedir ve bilginin taşıyıcısı konumundadır.
Baykuş Remzi de bu tanıma uyduğu için, bilgiyi taşıma telaşıyla olsa gerek, onu her fırsatta uçmaya niyetlenirken görürüz… Her uçtuğunda biliriz ki bir yerlerde kanatlarının altına doldurduğu bilgi dostluğuna ihtiyacı olan birileri vardır ve O, oraya doğru uçmaktadır…
Adalet kelimesinin her geçen gün daha çok ihtiyaç duyulduğu ve bilgeliğin ana karakteri olan bu olgunun her geçen gün eridiği coğrafyada, güneşi kucaklama cesareti olanların yaşayabileceği zamanları yaşıyoruz…
İşte bu yüzden Hegel; “Minerva’nın baykuşu, ancak gün batarken uçmaya başlar” diye tanımlamış sanırım…
Gün çoktan batmaya başladı, ufuk kızıla boyandı her gün batımında olduğu gibi…
Bize düşeni en başta söylemiştik, son sözümüz o ilk sözümüz olsun o vakit:
Güneşin kulağına fısıldamak yerine gökyüzünü kucaklamalı seslice…