Konuşalım

Abone Ol

Yazmaya niyet ettim yine…

Sabahın ilk ışıkları bir tepenin ardından yükseliyor.

Dağ yeşiline çalan gözlerimi kısıp günü karşılıyorum.

Bedenimi saran sessizlik bir de üstümü örten gökyüzü var.

Bir bardak çaya eşlik eden düşlerim ve ısınan nefesim güzel umutları besliyor, yazmaya dair.

Oysa “yazmak kolay değil” demişti bir üstat. “Yazmak için çok okumak gerekir” diye de üstüne basa basa söylemişti.

Çok okudum mu, bilemiyorum. Ama madem konuşarak anlatamıyorum, yazarak anlatırım niyetiyle başladım yazmaya.

Yazdıkça okudum, okudukça çoğaldı kelimelerim…

Yazmaya başlayan insan ne düşündü acaba diye soruyorum kendime. Konuşmak yetmemiş belli ki ona da. Konuşamayınca yazmaya karar vermiştir belki de…

Birçok kaynakta ilk yazılı metinin Küçük Asya’da bulunduğu yazılır. Küçük Asya, yani bu topraklar.

Antik çağda Asya’ nın batısına yani Karadeniz’in güneyindeki topraklara, Anadolu-Mezopotamya dâhil olmak üzere Küçük Asya deniyordu.

Bahsedilen yazılı metin de “Gılgamış Destanı” dır.

M.Ö 3200’lerde yazıldığı söyleniyor. Bu yüzden Gılgamış, ilk yazılı metin olarak kabul ediliyor.

Özetle;

Sümer kralı Uruklu Gılgamış, arkadaşı Enkidu ile mutluluğu ve ölümsüzlüğü aramaya koyulurlar. Yollarda devlerle savaşırlar, tanrıların gazabına uğrarlar.

Enkidu ölür, Gılgamış da çok korkar fakat yine de ölümsüzlüğü aramaya devam eder.

Nihayet bir deniz bitkisinde ölümsüzlüğü bulur, onu tam yakalayacakken bir su yılanı onu çalar ve Gılgamış ölümsüzlüğü bulamadan ölür.

Yılan ölümsüzlükle özdeşleşir.

Tıp Fakültelerinin, doktorların, sağlıkçıların, eczacıların amblemlerinde yılan figürü olması bu yüzdendir.

İnsan hastalandığı zaman doktora gider, doktor ilaç yazar, eczacı ilacı verir ve hasta iyi olur. Yani bir nevi ölümden kurtulmuş olur.

Daha net ifadeyle yılanın çaldığı ölümsüzlüğü yakalamış olur.

Yılanın sağlık işareti olarak kullanımı Sümerler'den kalmadır.

Bu coğrafyanın iki kadim uygarlığı Sümerler ve Hititler’in benzer yanları çok fazladır.

Her iki kavmin de dilleri Ural-Altay grubundandır.

Gök ve güneş her iki kavmin büyük tanrılarındandır. Aslında geleneksel yaşamlarında ki benzerlikler günümüzde de devam etmektedir.

Anadolu’da; “insanın, hatta asıl olarak kadının üzerine güneş doğmamalıdır” diye bir inanç ve gelenek vardır.

O yüzden; “Sabah güneşi sidikliye, akşam güneşi güzele vurur” derler.

Geçmiş zaman sözleri…

Yoksa benim sabah gün doğmadan kalkıp yazı yazmaya niyet etmemle hiç alakası yok.

Aslında bu da Sümerler'den kalma bir gelenektir. En büyük tanrıları Gök ve Güneş’ti. Güneş doğmadan kalkarlardı ki, Güneş doğarken onları kutsasın.

Anadolu’ nun birçok bölgesinde o dönemlerden kalma söylemler, inanışlar ve gelenekler hala görülebiliyor.

Sümerler takriben M.Ö.4000 yıllarında kurulmuş ve İ.Ö.2000 yıllarında yıkılmış.

Sümerler'in yazı formuna M.Ö.3200 yıllarında geçtiği düşünülüyor.

O zamanlar Sümerler'de “Papazlar rejimi” denilen sosyalist bir idare şekli varmış. Herkes ürettiği ürünü getirip papazlara teslim edermiş. Papazlar da onlara teslim edilen ürünleri bir resimle kayıt altına alıyormuş.

Örneğin; 1000 kg. buğday teslim ediliyorsa bu bir boğa resmiyle, 500 kg. buğday teslim ediliyorsa bu bir inek resmiyle, 250 kg. buğday teslim ediliyorsa bu da bir buzağı resmiyle belirtiliyormuş.

Dolayısı ile Sümerler ilk olarak “piktografik” denilen resim harfli yazıyla başlamışlar yazmaya.

Fakat bu çok gitmemiş. Hem ürün çeşidi hem de nüfus artışıyla resimler yetmez olmuş, çizgilerle ifade etmeye başlamışlar.

Örneğin; düz bir çizgi 1000 kg. dikine bir çizgi 500 kg. ifade ediyor gibi düşünebiliriz.

Çamur tabletler üzerine çiviye benzer aletlerle yazılan bu yazı türüne günümüzde çivi yazısı denilmiş.

Yani insanoğlu harflerin ve yazının keşfini ticarete borçludur diyebiliriz.

Sümer alfabesi bir fonetik alfabe değil. Bir hece, hatta cümle alfabesidir. Yüzlere hatta binlere varan harflerden oluşuyor. Bu yüzden öğrenmesi çok zor olduğu için halka inememiş, papazlar ve üst düzey yöneticiler seviyesinde kalmış.

Arkeolog, dilbilimci, Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ ın bu konular üzerine birçok kitabı var. Daha detaylı bilgi edinmek isteyen meraklıların okumalarını tavsiye ederim.

Sümerler bu alfabeyi M.Ö.3200’lerde kullanmaya başladıktan sonra bütün Ön Asya ve Mezopotamya’da yer alan devletler; Akadlar, Babiller, Asurlular, Persler, Medler ve Anadolu’daki Hititler tarafından da kullanılmış.

Tüccar değilim ama yazmaktan keyif alıyorum.

Yazmaya niyet ettim yine…

Sabahın ilk ışıkları bir tepenin ardından yükseliyor.

Dağ yeşiline çalan gözlerimi kısıp günü karşılıyorum.

Bedenimi saran sessizlik bir de üstümü örten gökyüzü var.

Bir bardak çaya eşlik eden düşlerim ve ısınan nefesim güzel umutları besliyor, yazmaya dair.

Oysa “yazmak kolay değil” demişti bir üstat. “Yazmak için çok okumak gerekir” diye de üstüne basa basa söylemişti.

Çok okudum mu, bilemiyorum. Ama madem konuşarak anlatamıyorum, yazarak anlatırım niyetiyle başladım yazmaya.

Yazdıkça okudum, okudukça çoğaldı kelimelerim…

Oysa “konuşalım” denir çoğu zaman. Yazmak için çok okumak gerekiyormuş.

Peki, konuşmak için ne gerekiyor?