Son zamanlarda içinde bulunduğumuz olumsuz gelişmeler hepimizin canını yeterince sıkıyor. Hayatımızı idame ettirmek için gerekli olan temel ihtiyaçlarımızı bile karşılayamayacak durumla karşı karşıyayız.
Artan ekonomik sorunlar, gıda fiyatlarındaki anormal artışlar, elektrik ve doğalgaz gibi günlük hayatta vazgeçilmez enerji kaynaklarının dudak uçuklatan fatura tutarları…
Bütün bunlar yaşamı içinden çıkılmaz bir hale doğru sürüklüyor. Hepimiz endişeliyiz, geleceğimiz için kaygı duyuyoruz, çocuklarımız için ümitsiziz, yaşamak için yorgunuz…
Buna rağmen yaşamın devam ettiğini unutmamak, doğru olanı bulmak ve yaşamı sorgulayabilmek için kendimizi geliştirmeye devam etmemiz gerekir. Çünkü umutsuz olmak kimseye fayda getirmez.
Bu düşüncede olan insanların bir arada olduğu kitap okuma gruplarının faydasını bu süreçte çok daha iyi hissettim. Onlarla birlikte yaptığımız paylaşımlar yaşama dair umutlarımın artmasına ve geçmişin aslında geleceğe ışık olduğu gerçeğine daha çok inandırıyor.
Çeşitli şehirlerden çevrim içi olarak yaptığımız kitap toplantılarının adresi; Dip Oda Kitap Kulübü ve Aydın merkezde bir avuç kitap okuru ile toplandığımız Kitap Ağacı Aydın Grubu…
Bu iki kitap kulübünün her biri birbirinden değerli üyeleri ile her hafta başka kitabın sayfalarında kayboluyoruz.
Bu yazımda Dip Oda ve Kitap Ağacı üyeleri ile son günlerde okuduğum üç değerli kitap ile ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Albulrazak Gurnah - Sessizliğe Hayranlık
Sömürgecilik, göçmenlik, aidiyet, kültür çatışması ve cinsiyet rolleri gibi temaların işlendiği roman; olay örgüsü, dil yapısı ve anlatım tarzı olarak incelendiğinde yeterince tatminkâr. Okurken zaman zaman olaylardan kopmaya sebep olan ayrıntılar var. Bunlar bazı okurların hoşuna gidebilir.
Postkolonyal ögeler içermesinin yanında, çok yüzeysel olarak işlenmiş, sömüren ve sömürülen ilişkilerini ele alıyor. Bunun yanında psikolojik travmaları iyi yansıtan bir roman.
Roman 1960 lı yıllardan itibaren Almanya’ ya işçi olarak giden Türkleri de hatırlattı. İki ülkede de yabancılık yaşayan insanların içinde bulunduğu ruh halini yansıtıyor. Almanya'da "Göçmen" , Türkiye'de "Alamancı" tabirine maruz kalan insanların yaşadığı psikolojik travmalar görülebilir.
Murat Belge'nin Önsöz yerine yazdıkları sonsöz diye nitelendirebilecek bir yazı olmuş. Roman ve içeriğe dair hemen hemen herşeyi yazmış. Okura başka düşünme tarzı bırakmayan önsözün içeriğini doğru bulmadım. Kitabı okumayı düşünenlerin kitabı bitirmeden önsözü okumalarını tavsiye etmem.
Ayrıca tüm Dünya'da ve özellikle Avrupa'da mülteci ve göçmen sorunları tartışılırken, 2021 Nobel Edebiyat Ödülü’ nün eserlerinde bu konuları işleyen Abdulrazak Gurnah' a verilmesi, edebi birikimini gölgelememeli.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Sodom ve Gomore
Tarihi süreçte her dönem kendi akımının da ortaya çıkmasını sağlamıştır. Servet-i Fünun topluluğuna benzeyen fakat onların devamı diye nitelenebilecek, daha ileri bir edebiyat topluluğu meydana getirmeyi amaçlayan Fecr-i Ati topluluğu üyesi Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nu okumak hiç şüphesiz çok keyifli.
Sodom ve Gomore isimli kitabı Birinci Dünya Savaşı işgal yıllarında İstanbul'da yaşayan Türkler, işgalciler ve azınlıkların gözünden olayların görünümünü ve işgalin sonuçlarını gözler önüne seriyor.
Sodom ve Gomore kıssasına vurgu yapan bölüm başlarındaki Tevrat, İncil ve Kur'an'dan alıntılar, o bölüm ile ilgili.
İstanbul'daki bazı çevrelerin Anadolu ve milli mücadeleye bakışlarını ve Mustafa Kemal'in Kuvayı Milliye' yi Anadulu' da başlatma düşüncesini anlamak açısından iyi hazırlanmış bir roman.
Ana karakterler; Leyla, Captain Gerald Jackson Read ve Necdet üçgenindeki olay kurgusu, başlangıçtan itibaren bütünlük içerisinde devam ediyor. Bu karakterleri genel özellikleriyle anlatırken, romanın gelişimi içinde ağırlık yüklediği kahramanlar olan Necdet ve Leyla'nın psikolojik ve fiziksel değişimleri iyi işlenmiş.
Yakup Kadri’nin romanında; işgalcilerin tüm olumsuz davranışlarına rağmen, bunu yapmalarına izin verecek bir tuzu kuru sınıfın bulunması da o dönemi anlama açısından önemli.
Sonuç olarak; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore adlı eserinde sosyal ve psikolojik unsurları epeyce kullanmış diyebiliriz.
Albert Camus - Veba
Romanı okuduktan sonra; "Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır” cümlesi kaldı hafızamda.
İkinci dünya savaşını konu alarak kurguladığı romanını o dönem Avrupa' sının sorgulanması üzerine kuran yazar; "Salgının bana öğrettiği hiçbir şey yok" cümlesiyle alt metinlerinin ön plana çıkmasının da önünü açmış.
Varoluş, din ve inanç ögeleriyle yaşamın amacını sorgulamayı başarmış. Toplumsal rol çeşitliliğini iyi işleyerek toplumsal ve bireysel fayda kavramlarının irdelemesi sağlanmış. Ayrıca kamu gücü ve otoritesinin doğru algı yönetimi ile neleri başarabileceğini de görüyoruz.
Salgınlarda her ne kadar bireysel davranışların rolü olsa da toplumun kaderci yaklaşımları, bu mücadelenin etik ve ahlaki değerlerinin, aksini düşünen bireyleri de etkilediği görülmektedir.
İnsan var olduğu müddetçe aynı döngü devam edecektir. Yazarın da dediği gibi "Salgın aslında bitmedi"